Hoşgeldiniz Ziyaretçi. Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Gönderen Konu: VEJETARYEN BESLENME  (Okunma sayısı 2305 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı muhterem

  • Üye
  • *
  • İleti: 741
  • Karma: +0/-0
  • Cinsiyet: Bayan
VEJETARYEN BESLENME
« : 25 Aralık 2006, 09:32:31 »
VEJETARYEN BESLENME:
Bundan 20 sene kadar önce, bazı hippilerin veya egzantrik olmaya çalışan kişilerin diyet tarzı olarak nitelenen vejetaryen beslenme, çağımızda süratle itibar kazanmakta ve her geçen gün yandaşları artmakta... 1997 yılı itibariyle ABD’de 14 milyon vejetaryen olduğu tespit edilmiştir ve bu sayı çığ gibi büyümektedir. İngiltere’de deli dana hastalığının ortaya çıkmasıyla haftada yaklaşık 28,000 kişinin vejetaryenler kervanına katıldığı tahmin ediliyor (DR.Hans Diehl, EVU news, sayı 3). Anlaşılıyor ki, geçici bir moda olmaktan öte, pek çok nedenden dolayı yeni yüzyılımızın beslenme biçimi olmaya adaydır vejetaryenlik.
Her geçen yıl daha sık duymaya başladığımız bu beslenme biçimini daha yakından inceleyelim:
1-TANIM:                                      
Vejetaryen kelimesinin kökeni latince “vegetus”tan gelir. Zannedildiği gibi “vegetable”: sebze kelimesinden türememiştir. Vegetus; canlı, sağlıklı, hayat dolu anlamındadır. 1842’de oluşturulan tanımda; et, balık ve kümes hayvanlarının tüketilmediği, süt ürünleri ve yumurtanın ise tercihe bağlı olarak tüketildiği beslenme tarzına vejetaryen beslenme denilmiştir. (Encyclopedia Brittannica)
2-TİPLERİ:                                      
Vejetaryenler genel olarak üçe ayrılırlar:
1-Lakto-Ovo vejetaryenler: Hiç bir hayvan etini yemezler, ancak yumurta ve süt ürünlerini tüketirler. Kuzey Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre, vejetaryenlerin %90-95’i bu gruba girmektedir. (Lakto:süt, ovo:yumurta anlamındadır.)
2-Lakto vejetaryenler: Hayvan etini yemedikleri gibi, potansiyel bir hayata son veriyor olma kaygısıyla yumurta tüketmekten de kaçınırlar. Süt ve süt ürünlerine yasak yoktur.
3-Veganlar: Katı vejetaryen olarak da nitelenen bu grup, hayvanlardan elde edilen tüm gıda ve ürünleri kullanmayı reddederler. Buna süt, yumurta, bal ve jelatin gibi gıdalar dahildir. Veganlar genellikle deri, yün, ipek…gibi hayvansal ürünleri de kullanmazlar. Bu kişiler, insanların kendi zevk veya ihtiyaçları için hayvanların kullanılması fikrine karşıdırlar.
Bu üç ana grubun dışında, ovo-vejetaryen (süt tüketmeyip, yumurta yiyen), pesketaryen (hayvan eti olarak sadece balık tüketen) veya semi-vejetaryen(kırmızı et değil de beyazı tüketen).. gibi değişik gruplardan kişiler de bulunabilmektedir.
3-TARİHÇESİ:
Bir çoğumuza sürpriz gibi gelebilir ama, atalarımız milyonlarca yıl boyunca yarı-vejetaryen bir diyetle beslenmişlerdir. Bazı antropologlar atalarımızın yaman birer avcı olduğunu düşünseler de; son yapılan çalışmalarda bu görüş değişmiş, avcı-toplayıcı oldukları görüşü ağırlık kazanmıştır. Nitekim günümüzde hala benzer ilkel şartlarda yaşayan Avustralya aborijinleri veya Afrika'daki Kung toplulukları, yemiş, tohum, meyve ve sebze ağırlıklı beslenmekte, diyetlerinin sadece dörtte birlik kısımları hayvani gıdalardan oluşmaktadır.
Vejetaryenlik, Batıdaki pek çok güzel fikrin esin kaynağı olan eski Yunan'dan gelişmiştir. Pisagor tanınan en meşhur vejetaryen idi. Onun dışında Diyojen, Plato ve Epikür gibi filozoflar da vejetaryen beslenme tarzını benimsemişlerdi. Daha sonra Romalılar, her ne kadar düşmanlarını aslanlara yem yapmakla ünlüyseler de, Yunanlardan aldıkları "vejetaryen beslenme" tarzını benimsediler. O devirlerde ağırlıklı olarak etle beslenen Germen ırkı, Yunan ve Roma kültürlerince "barbar" olarak değerlendirilirdi.
Roma'nın düşüşü ve Hıristiyanlığın yayılışı, vejetaryenlik açısından karanlık bir dönemin başlangıcıydı. Hıristiyanların büyük bir kesimi için, hayvanların kullanılması, öldürülüp yenmesi tamamen mubah sayıldı; çünkü onların inancına göre Tanrı hayvanları, sırf insana hizmet etsinler diye yaratmıştı. Sadece bazı keşişler, insandaki hayvani tutkuları bastırmak amacıyla et yemekten kaçınılması gerektiğini düşünüyorlardı; onlar et yememekle manevi açıdan gelişeceklerine inanıyorlardı. (Et yemenin saldırganlığı artırdığı konusunda, günümüzde bazı bilimsel tezler mevcuttur.)
15. yüzyılda klasik felsefe,sanat ve bilimdeki gelişmelerden sonra Avrupa, vejetaryenliği yeniden keşfetti. Leonardo Da Vinci dönemin en ileri gelen vejetaryenlerindendi.
18. ve 19. yüzyıllar vejetaryen Rönesansı kabul edilebilir. Zira Darwin'in buluşları, hayvanların insanlardan temelde tamamen farklı yaratıklar olmadıklarını, sadece daha az gelişmiş olduklarını ortaya koydu. Hayvanların uzak akrabamız oldukları fikri, o dönemin diğer insani reform hareketlerinin içinde yerini aldı: Artık vejetaryenler ve hayvan hakları savunucuları, aynı anda kölelik aleyhtarlığı ve çocuk hakları konularında da birlikte mücadele etmeye başladılar. Avrupa'da vejetaryenlik üzerine ilk kitapların ortaya çıkması da bu döneme rastlar. Leo Tolstoy ve Percy Bysshe Shelley gibi yazarlar etsiz beslenme tarzının avukatlığına soyundular.
1800 yıllarının başında bazı Hıristiyan toplulukları da vejetaryen beslenmeyi benimseyerek, ona bazı dini anlamlar yüklemeye başladılar. Örneğin İsa'nın merhamet öğretilerinin hayvanlara karşı da uygulanması gerektiğini, Tanrıya olan görevleri yerine getirebilmek için sağlıklı olunması gerektiğini ve bu şekilde daha sağlıklı yaşayacaklarını ileri sürdüler. Böylece, dindar kişilerden oluşan bir grup, 1847'de  ilk Vejetaryen Derneğini kurarak; dünya kardeşliğini sağlamak; mutlu, barışçıl ve uygar yaşamak için vejetaryen beslenmenin yaygınlaşması gerektiğini öne sürdüler. (Bu dernek "Vegetarian Society of the United Kingdom" adı altında halen faaliyetlerine devam etmektedir.)
20.yüzyıla gelindiğinde vejetaryen dernek sayısı arttı. George Bernard Shaw ve Mahatma Gandi gibi kişiler öncülüğünde bu beslenme tarzı yayılmaya devam etti. 1908'de kurulan ve halen faaliyette olan "Uluslararası Vejetaryen Birliği" konferanslar tertipleyerek dünyanın tüm vejetaryenlerini bir araya getirmekte ve bilgi alışverişini sağlamaktadır.
1960-70'li yıllarda, sosyal hareket ve evrensel bilinçlenmenin artmasıyla (diyetin sağlık üzerindeki etkisinin anlaşılması, Doğu felsefelerine karşı uyanan ilgi, insanın çevreye yaptığı zararların yarattığı endişe, barış hareketleri, baskı görenlere destek hareketleri ve mükemmel topluma kavuşma arzusu ...gibi), vejetaryenlik daha da önem kazanmaya başladı.
KAYNAK:
"The Origins of Modern Vegetarianism" Amato & Partridge
4-NEDENLERİ:
Vejetaryen beslenmeyi seçenler, bu tercihlerini pek çok nedene bağlarlar:
a-ETİK: Günümüzde ne yazık ki, aşırı et tüketimini karşılayabilmek için; birer hayvan fabrikasına dönüştürülmüş çiftliklerde; kesilecekleri ana kadar hayvanlar, bir gram doğal yem, temiz hava, toprak kokusu nedir bilmeden, gün ışığını görmeden, yaşamı boyunca hiç hareket edemeden, sıkış sıkış, berbat şartlar altında yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Yaşayan her türlü canlıya karşı saygı duyanlar, merhamet duygularının sadece insana değil hayvanlara da yöneltilmesi gerektiğini düşünenler, hayvanların da en az insanlar kadar özgür ve mutlu yaşaması gerektiğine inananlar vejetaryenliği "etik" nedenlerle seçen kişilerdir.
b-SAĞLIK: Et yemenin sağlığı tehdit eden birçok tehlikesi vardır. Bunları maddeler halinde inceleyelim:
  1-Kanser Riski: Hayvanların bir çoğunun eti toksik kan, artık yan ürünler ve kimyasal maddelerle doludur. (Amerikan Beslenme Enstitüsü)
Eti için beslenen hayvanlara, çabuk büyümeleri ve hastalık kapmamaları için hormonlar, aşılar, antibiyotikler verilmekte, kimyasal besin karışımları yedirilmektedir. Otlaklar ise böcek öldürücü ve DDT benzeri kimyasallarla zehirlenmiştir. Kesilen hayvanın etinde bu zehirler konsantre olarak depolanmış vaziyettedir. Örneğin et, sebzelere oranla 13 kat fazla DDT taşımaktadır. Tüm bu zararlı  maddeler pişirmeyle yok olmaz ve zamanla insan bünyesine yük olmaya başlar, özellikle de karaciğer ve böbreklere. Bu toksik maddelerin hayvanda çeşitli habis tümörlere yol açtığı da bilinmekte, ne yazık ki, kesimden sonra tümörleri ayıklanan hayvanın hastalıklı eti tüketiciye sunulabilmektedir.
Ayrıca, et çürüdükçe, kırmızı rengini kaybeder; renk, kahverengimsi bir hal almaya başlar. Ne yazık ki, günümüzde kanserojen olduğu kanıtlandığı halde, rengini korumak için nitrit, nitrat ve diğer koruyucular etlere eklenebilmektedir.
Tüm bunların dışında, kesim öncesi başına gelecekleri gören hayvan, aşırı korku ve acıdan çok miktarda adrenalin hormonu salgılar ve et tüketimiyle bu salgılar insan bünyesine geçer.
Ette bulunan virüs, mikrop ve parazitlerin de insan geçebildiği bilinmektedir. Sebze ve meyvelerin aksine çok hızlı bir bozulma ve çürüme sürecine girebilen et, sindirim sistemimizden de çok yavaş geçmektedir; bu bazen 5 günü bulabilmektedir! Çürümenin bağırsaklarımızda da devam ettiğini unutmamalıyız.
Etle beslenmenin bir çok kanser türüyle yakın ilişkisi olduğu ispatlanmıştır. (Tamamen bitkisel ağırlıklı beslenen Afrika yerlilerinin kolon kanserine hiç yakalanmamaları ya da Japon kadınlarının göğüs kanseri vakalarının düşüklüğü bilim adamlarının dikkatini çekmiş; önce genetik olarak açıklanmaya çalışılan bu durumun, aslında beslenme alışkanlıklarına bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. Zira bu insanlar ABD'ye göç edip, beslenme alışkanlıklarını değiştirdiklerinde hastalıklara yakalandıkları görülmüştür.)
2-Kalp Hastalığı: Et yeme ile kalp hastalıkları arasında kesin bir ilişki kurulmuştur. Ette bulunan doymuş yağ ve kolesterol insan bedeninde çözülemez ve damarların iç duvarlarında birikir. Tıkanmış, daralmış damarlardan kanın pompalanması için kalbe ağır bir yük biner. Sonuçta yüksek tansiyon, çarpıntı ve kalp krizleri meydana gelir.
3-Böbrek hastalığı, gut, arterit: Etle birlikte, insan bedenine üre ve ürik asit gibi nitrojen bileşikleri geçer. Böbrekler yıpranıp, bu ağır yükü taşıyamaz hale gelince ürik asit birikir, kaslarda kristaller oluşur; eklemlerde birikme sonucu gut hastalığı, arterit ve romatizma; sinirlerde ise siyatik ve sinir iltihabı oluşur. Özellikle hareketsiz hayat sürenlerin üre, ürik asit gibi zehirleri bedeninden atması daha zordur. Etoburların karaciğeri, insanınkine oranla 10-15 kat fazla ürik asiti bedenden atabilmektedir.
4-Konstüpasyon (Kabızlık): Et, sebzelerin aksine lif açısından çok fakirdir, bağırsaklara adeta yapışır. Et yiyen kişilerde kronik kabızlık çok yaygındır.
5-Şişmanlık: Yapılan istatistikler, et yiyen kişilerin vejetaryenlere oranla daha kilolu olduğunu göstermiştir. Bunun nedeni, hayvani proteinlerin taşıdığı yüksek orandaki doymuş yağlardır.
6-Diş çürükleri: Et yiyenlerde vejetaryenlere oranla daha çok görülmektedir.
7-Osteoporosis: Et, içerdiği yüksek proteinden dolayı, kalsiyum kaybına ve kemik incelmesine; yaşlılıkta kemik erimesine yol açar.
*SONUÇ:
Aşırı et tüketiminin zararları bilimsel olarak kanıtlanmasına karşın, et endüstrisi çıkarları gereği; etin elzem bir besin maddesi olduğu yanlış inancını körüklemektedir. Neredeyse her öğün ete dayalı bu bozuk beslenme geleneği, alışkanlık ve şartlanmadan ötürü yaygın olarak devam etmektedir.
Vejetaryen beslenme hakkındaki en yanlış görüşlerden biri de, et yemeyenlerin zayıf, soluk benizli ve güçsüz olacağına dair fikirlerdir. Oysa tam tersine, ette  asıl enerji kaynağı olan karbonhidratın bulunmaması, kişiye sadece kısa süreli bir enerji sağlar ve ardından yorgunluk ve halsizlik belirir. Oysa, dengeli beslenen bir vejetaryen çok daha kuvvetli, dayanıklı ve hareketlidir. Belçikalı bilim adamı Dr. H. Schouteden, vejetaryenlerle etle beslenenler arasında, karşılaştırmalı dayanıklılık, kuvvet ve çabukluk testleri yapmıştır. Bu testler, vejetaryenlerin her üç kategoride de üstün olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca Yale Üniversitesinden Dr. Fisher ve Michigan'dan J.H. Kellog yaptıkları testlerde benzer sonuçlar elde etmişlerdir.
Zaten hayvanlar alemine baktığımızda en güçlü, dayanıklı ve uzun yaşayanların otoburlardan çıktığını görüyoruz. Değişik insan topluluklarını incelediğimizde ise; en kısa ömürlülerin sürekli etle beslenmek zorunda olan Eskimolar olduğunu görürüz. Hareketli bir yaşam sürmelerine karşın ortalama yaşam süreleri 27,5 yıldır. En uzun ve sağlıklı yaşayan insanlar ise Hindistan'ın kuzeyinde yaşayan vejetaryen Hunza'lardır. Bu topluluklarda 110 yıl ve daha uzun yaşayan sağlıklı bireylere rastlanmaktadır.
c-EKOLOJİK:
Gerçek bir çevrecinin hamburger yemeden önce iki kere düşünmesi gerekir. Sebepleri, kısaca geçiştirilemeyecek kadar uzun bir yazı konusudur. Bu yüzden sadece ana başlıklarla; bugünün aşırı et tüketiminin ekolojik olarak nelere mal olduğunu görelim. (Daha detaylı bilgi için; sitemizin "ekoloji" başlığı altında, "Göz yaşartıcı Gerçekler" yazısı okunabilir.)
Aşırı artan et tüketimini karşılamak için kurulan modern "hayvan çiftlikleri" gezegenimizde nelere mal olur:
1-Yaşamın dayandığı yağmur ormanlarının, hayvan yemi yetiştirmek ya da otlak olarak kullanılmak üzere, giderek yok edilmesine,
2-Hayvan dışkılarının nehir ve içme sularına karışmasıyla ortaya çıkan çevre kirliliğine,
3-Tatlısu kaynakları ve toprağın verimsiz kullanımına. (Yapılan hesaplarda, 1 kg. et elde etmek için 7 kilo yeme ihtiyaç vardır, -pek çok aç insanı doyurabilecek mısır, soyadan...vs. yapılan yemlere-; ve bu miktarda et elde etmek için ise, 7000 kilo su harcanmaktadır! -Kaynak: Cumhuriyet Bilim Teknik, 673/19-)
d-EKONOMİK:
Ekolojik nedenlerde de gördüğümüz üzere, etin elde edilmesi hem doğal kaynakların kullanılması açısından, hem de maddi açıdan çok pahalıya gelmektedir. Bugün dünyamızın pek çok köşesinde maddi olanakları elvermediği için mecburen vejetaryen olan kişilerin sayısı da oldukça fazladır.
Bazı insanlar ise dini inançları gereği et yemekten kaçınmaktadır.  
5-ETOBURLARLA FİZYOLOJİK FARKLILIKLARIMIZ:
İnsan anatomisini incelediğimizde, fiziksel yapı ve sindirim sistemi açısından etobur hayvanlara hiç benzemediğimiz ortaya çıkar. Örneğin:
a- Etobur hayvanların parçalayıcı dişleri ve pençeleri insanda yoktur. Etoburların keskin, et parçalayan ön dişleri vardır.
b-Etoburların ağzında ön sindirim için gerekli olmadığından az miktarda tükürük bezi bulunur; oysa tohum ve meyvelerin ön sindirimi için insanda tükürük salgıları çok gelişmiştir. Ayrıca etoburların asidik tükürük salgılarına karşın, insanın tükürük salgısı alkaliktir ve tohumların ön sindirimi için pityalin enzimi içerir.
c-Etoburların besini öğütmesi için, insanlardaki gibi düz arka dişleri yoktur.
d-Etoburların midesinde sert hayvan kaslarını ve kemiklerini sindirebilmesi için çok kuvvetli hidroklorik asit salgısı vardır. Oysa insanın mide asidi etle beslenenlerden 20 kat zayıftır.
e-Etoburların bağırsak uzunluğu kendi beden boylarının sadece 3 katıdır; böylece çürüyen et çok çabuk dışarı atılır. Otoburlarda bu oran 1'e 15'tir. İnsanda ise bağırsak uzunluğu bedenin 10 katıdır; ot ve lifli gıdalar çabuk çürümediğinden bedende daha uzun kalabilirler.
Görüldüğü gibi insanın anatomik yapısı ve sindirim sistemi, sebze, meyve, yemiş ve tohumlarla beslenmeye daha uygundur. Fiziksel eğilimlerimizi bir yana bırakırsak, doğal eğilim ve içgüdülerimiz de etoburlardan farklıdır: Örneğin bir tavşan gördüğümüzde saldırıp, dişlerimizle parçalamak, iç organlarını kanlı kanlı yeme ihtiyacı duymayız. Rengarenk meyve ve sebzelerin sergilendiği bir manav dükkanı, hayvan leşlerinin çengellere asıldığı bir kasap dükkanından çok daha fazla gözümüzü okşar. Haşlanan et ve kan kokusuna pek çoğumuz dayanamayız. Biz etoburlardan çok farklıyız!

iLGİNİZİ ÇEKTİYSE DAHA SONRA DENGELİ BESLENME KISMINI DA PAYLASABİLİRİM..

SEVGİYLE..
MERİ
Kendin İçin Birşey Yapmayacaksan ; Kim Yapacak ?
Başkası için bir şey yapmayacaksan ;Varolma'nın Anlamı Ne?
Şimdi Yapmayacaksan ; Ne Zaman ?